-Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün Tutuklanması-
Adana’da durdurulan MİT TIR’larıyla ilgili fotoğraf ve haberleri yayınlayan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül, “Devletin gizli kalması gereken belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme ve açıklama, üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” gerekçesiyle tutuklandı.
Tutuklandığı duruşmada Can Dündar şu beyanlarda bulunuyor. Aynen tekrar ederek okuyoruz: MİT TIR'ları meselesini ilk yazan ben değilim. Bu olay sizin de bildiğiniz gibi bahsettiğimiz iki yapının arasındaki kavgadan ortaya çıkan bir şey. Nasıl olur da bir ülkenin jandarması ile istihbaratçıları birbirine silah çekecek duruma geliyor? Nasıl olur da jandarma kolundan çekerek istihbaratçıları ayağının altında ezer silahını alır? Nasıl olur da bir ülkenin savcısı bir ülkenin valisi ile çatışma haline gelir. İşte bu kurulan ikili yapının sonuçları bunlar.
Savcılar, MİT TIR'larının nasıl çevrildiğini ifade ettiler. Fotoğraflar yayınlandı. Ve o MİT TIR'larının nasıl çevrildiğinin görüntülerine ulaştık. MİT dedi ki ülke dışına silah nakli yapılmıyordu; ülke içine yapılıyordu. Başbakanlık ise gıda ve insani yardım taşıyorduk dedi. Sonradan bunun gıda olmadığı ortaya çıkınca Türkmenlere gönderildi dendi.
O zamanki ana muhalefet genel başkan yardımcısı Tuğrul Türkeş dedi ki: Ben bizzat biliyorum vallahi billahi o TIR'lar Türkmenlere gitmiyordu. O şahıs şu anda Başbakan Yardımcısı gerekirse mahkemede tanıklığına başvurulabileceğini düşünüyorum. Bu görüntüler elimize ulaştı.
Ülkenin istihbarat teşkilatı kendi görev tanımında olmayan bir silah nakli gerçekleştiriyordu. Yani suç işliyordu. Bu ulusal hukukta da suç, uluslararası hukukta da suç. Ben ülkemin milli menfaatlerinin yalan söylemekten geçtiğine inanmıyorum. Ben bu halkın milli menfaatlerinin istihbarat teşkilatının kanun dışı silah ve insan ticaretinde olduğuna inanmıyorum. Hiçbir suç gizli damgasıyla örtbas edilemez ve devlet yurttaşına yalan söyleyerek adil bir devlet olamaz.
Bir devlet adamının görevi böyle durumlarda devletin düştüğü zor durumdan kurtarmak olabilir ama hatırlatmak isterim ki gazeteci bir devlet memuru değildir. Benim görevim; halk adına devleti denetlemek, devlet bir hata yapıyorsa hükümet bir yanlış olaya bulaşmışsa kamu adına bunun hesabını sormaktır.
Uluslararası çapta yankısı olan bir olay, bir silah nakli. Devlet adamları o TIR'larda ilaç vardı diyor. İlaç kutularını kaldırdığınız zaman içinde silah olduğunu görüyorsunuz. Nereye gittiğini de bilmiyoruz. Bundan birisinin hesap sorması lazım. Bu devlet içindeki çatışmadan olabilir. Uluslararası bir tezgâh olabilir. Devlet radikal İslamcıları silahlandırıyor olabilir ve hiçbir milli menfaat bunu meşru göstermez.
Gazeteci olarak benim görevim kamuyu bundan haberdar etmektir. Bunu yaparak devleti de önemli bir yanlıştan kurtardığımızı düşünüyorum.
Daha önce Susurluk'ta gördük. Devlet illegal yollara başvurabiliyor. Suçluları kullanabiliyor. Suç işleyebiliyor. Çok rahatlıkla yaptığı vahim hataları çok gizli damgalı dosyalarla devlet sırrı haline sokup kendini aklamaya çalışıyor. Bunlara karşı çıktık ve yayınlayarak belki devletin daha temiz bir topluma evrilmesine yardımcı olduk.
Bugün de aynı durum var. Ne yazık ki devlet bütün uluslararası toplumun tepki gösterdiği bir silah ve insan ticaretine aracılık ediyor. Bütün uluslararası basında bunlar yer aldı. Biraz da milli sır -devlet sırrı- meselesinin uluslararası boyutundan söz etmek isterim. Benim doktora tezim bu konudaydı. Dünya örneklerini inceledim.
Bunların en bilinenleri Watergate skandalıdır. Daha sonra Irangate skandalı gelir. Günümüzde Wikileaks belgelerinin yayınlanması yine bu konuyu gündeme getirdi. Burada temel mesele şudur: Devletin güvenlik ihtiyacı var. Bunun karşısında da halkın bilme hakkı ve gazetecilerin ifade özgürlüğü var. Bunlar çatıştığı zaman ne olur? Aslında temel konumuz bu. Ben burada ifade özgürlüğünün belli konularda devletin güvenlik ihtiyacının önüne çıktığını düşünüyorum. Hiçbir şekilde devletin suç işleme özgürlüğü yoktur. Hiçbir güvenlik gerekçesi suçu örtmeye yetmez.
Eğer biz bu haber nedeniyle tutuklanır, yargılanır mahkûm olursak, bu hem Türkiye'de hem uluslararası kamuoyu önünde bir yalan haber yaptığımız iddiasıyla olmayacaktır. Bu devletin halkına yalan söylediğini belgelediğimiz için olacaktır ve bütün mahkeme sürecinde biz bu yalanı belgeleriyle ortaya koyacağız.
Watergate'te aynı şey oldu. Devlet gizlemeye çalıştı. Sonunda olay başkanın istifasıyla sonuçlandı. İrangate'te Amerika'nın İran'a gizli silah satışını belirledi. Bütün sorumlular mahkeme önünde hesap verdi.
Wikileaks, Amerika'nın Irak'taki bütün suçsuz uygulamalarını belgeleriyle ortaya koydu. Burada beni casuslukla itham edebileceğiniz hiçbir konu yok. Kendi ülkemizin istihbaratı dahil hiçbir ülkeyle ilişkim yok. Sözünü ettiğiniz Fethullah terör örgütüyle ilgim yok.
Bir casus düşünün ki elde ettiği bilgiyi ertesi gün okurlarıyla paylaşıyor. Bir casus düşünün ki paylaştığı haberden beş buçuk ay sonra karşınıza geliyor, beş buçuk aydır elini kolunu sallayarak geziyor. Ben yapılanın iyi bir gazetecilik olduğunu düşünüyorum.
Bugün olsa yine yayınlarım. Kamuoyu iyi ki bunları öğrendi. İyi ki Cumhurbaşkanı dün “silahsa silah ne olmuş yani” noktasına geldi. Böyle diyerek bu görüntülerin montaj ve sahte olduğu iddialarını da boşa çıkartmış oldu, kabul etti. Bu bile bize yönelik suçlamanın düşmesi için yeterli diye düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı “silahsa silah ne olmuş yani diyorsa” ben de “haberse haber ne olmuş yani” diyorum.
Biz de Hatay Barosu olarak diyoruz ki; tutuklanma aşamasında gazetecilerin yaptıkları savunma yeteri kadar anlamlıdır, bu sözler üzerine başka söz söylemeye gerek yoktur. Mesleğimizde kullandığımız tabirle “SAVUNMAYA AYNEN KATILIYORUZ”. Tutuklanan gazeteciler gazetecilik, habercilik yapmışlardır. Gazeteciler; habercilik, gazetecilik yaptı diye tutuklanmıştır. Türkiye’de gazetecilik yaptığı için tutuklanan kimse yoktur söyleminin içi boştur. Anayasamıza göre basın hürdür ve sansür edilemez. İktidar yetkisini kullananlar, yapılan habercilik için “Bu işin bedelini ağır ödeyecek, bu işin peşini bırakmam” diyemezler. Derlerse de, bu aşamadan aylar sonra haber üzerine yapılan tutuklama, bağımsız, tarafsız yargı olmadığını gösterir.
Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş açık ve yakın en büyük tehlike “keyfilik”tir.
Ülkemizde iktidar erkiyle, yargı erki iç içe geçmiş bir görüntü vermektedir.
Bu görüntüden bir an önce uzaklaşılarak, baskıcı uygulamaların son bulmasını ve gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün özgürlüğüne kavuşmasını beklediğimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Saygılarımızla… 27.11.2015
Av. Ekrem DÖNMEZ
HATAY BAROSU BAŞKANI